Güzel Ülkem, tam bir enkaz halinde.

Güzel ülkem, tam bir ekonomik kaos yaşıyor.

Güzel ülkem, açlığı, ekonomik sıkıntıyı, çaresizliği iliklerine kadar yaşayan mazlum insanlar ülkesi oldu.

Şairin dediği gibi;

“Nasıl öfkelenmem ki, düşündükçe Memleketimi.

Çırpınıyor ayakları altında, bir avuç hergelenin..”

Bizim yarına dair umutlarımız kalmadığı gibi, bizi yönetenlerin de yarına dair söyleyecekleri sözü kalmadı.

Sofralarımızı önce et, ardından yumurta, zeytin, peynir terk etti.

Tencerelerimizde aş yerine dert, aş yerine taş kaynamaya başladı.

10 kilometrelik mesafeye gitmek için bile aracımızın kontağını çeviremez durumdayız.

Polis ve mahkeme zoruyla değil, ekonomi zoruyla bir sürgün süreci başladı güzel ülkemde.

Bu iktidarın uyguladığı politikalarla köyünden koparılan aileler önce kentlere yerleştirildi, şimdi konut kiralarının ulaşılmazlığı, konut sahibi olma hayalinin son bulması yüzünden kentlerin varoşlarına sürülüyoruz, hep birlikte.

Köyden gelen geri dönemiyor, zira gelirken varını yoğunu satıp geldi.

Milletin çok büyük bölümü, yetersiz beslenme ve sağlıksız ürünler tüketmek zorunda kaldığı için hastanelerde derdine çare arar hale geldi.

Okul çağındaki çocukların büyük bölümü, yetersiz beslenmenin ilk sonucu olan ‘Öğrenme Güçlüğü’ yaşamaya başladı.

Güzel ülkemde, konutlar el değiştirdi, artık yabancıdan ev kiralamak zorunda kalıyoruz.

Güzel ülkemin vatandaşlığı, dolar aşkına işporta tezgahında.

En acısı da nedir biliyor musunuz?

Milletçe boğazımızdan kısıyoruz, milletçe gece gündüz demeden cebimizdekileri aktarıyoruz, ama bir avuç kendini bilmez soysuzu doyuramıyoruz.

Düşünebiliyor musunuz?

Adam, bu iktidar sayesinde “Dünyada en çok kamu ihalesi alan adamlar’ listesinde.

Nüfuz Cüzdanı var, Türkiye Cumhuriyeti ibaresi taşıyor.

Ama, kendisini besleyip büyüten iktidara diyor ki, “Tamam bu yolu, bu köprüyü, bu hastaneyi yaparım yapmasına da, bulacağım krediye devleti kefil kılarım, geri ödeme ve ihtilaf durumunda da senin adaletin yerine İngiliz Adaletinin güvencesini isterim..”

Buna isyan eden muhalefete de cevap iktidardan geliyor, “Söke söke alırlar..”

Bir başkası, “Tamam biliyoruz fiyatlar çok yüksek ama bizden kaynaklanmıyor, bir avuç gıda tekeli yapıyor bunu. Yaz gelince gireceksiniz fiyatlar kendiliğinden düşecek..” diyor.

Bir başkası, “Tamam açlık ve fakirlik var, ama çok şükür mülteci değiliz” saçmalığını kürsüden dillendiriyor.

Hayırdır efendi.

Sırada mülteci olmamız mı var?

Bu milleti ve bu ülkeyi refaha erdirme sözü ile iktidar olan ve devletin kasasının anahtarı boynunda asılı bulunan zat, Yüksek Enflasyonda Dünya İkincisi olan güzel ülkemde, enflasyonun düşmesi için önce iki ay, sonra 6 ay tarih vermişti, son olarak revize edip “Yıl sonundan itibaren enflasyon düşmeye başlayacak” diyor, diyebiliyor.

Bu tezi doğru olabilir.

Zira dünyanın hiçbir ülkesinde mezarlıklarda enflasyon olmaz.

Sayenizde alış-verişi unuttuk, üretenin malı satılamazsa, enflasyon da düşer belki.

İktidar edenlerin ellerinde iki argüman kaldı, biri baskı, diğeri din.

‘Ama’ diyen, ‘Fakat’ diyen, ‘Bu kadarı da olmaz’ diyenlere ilk davet semt karakolundan geliyor, “Filan vekil, falan belediye başkanı sizden şikayetçi, yayın yoluyla hakaret etmişsiniz..”

Yazdığınız yazıya, yaptığınız eleştiriye bakıyorsunuz, hakaretin H’si yok.

Amaç baskıyla, sindirmeyle, ele geçirilen adalet sopasıyla susturabilir miyiz, sindirebilir miyiz çabası.

Yakasında Milletvekili Rozeti olan zat, bir soru üzerine “Evet enflasyon verilen rakamların üzerinde” dediği için partisinden yaka paça atılıyor.

Adalet sopası ile terbiye edileceğimizi sanıyorlar.

Ama bilmiyorlar ki, o sopanın artık Adalet’in elinde olmadığını herkesin bildiğini.

Diğeri de din demiştim.

İktidarın Şehr-i Emin’i teravih namazına, o gün hangi camiye gideceğini gündüzden ilan ediyor.

Namaz çıkışı kapıda tatlı dağıtıldığı bilindiği için insanlar o camiye gidiyor Teravih Namazına.

Kalenin her surunda aynı adamın devasa posteri.

“Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan’ yazısı ile.

Ülkenin bir numarası beslenme reçetesi veriyor, Manda Yoğurdu, Medine Hurması, Yulaf ezmesi ve Kestane balı içeren.

Gençlere, dünyayı gezin tavsiyeleri, aromalı kahve önerileri.

Yahu biz mahalle arası çay evinin önüne oturup bir bardak çay ısmarlayamayacak kadar perişanız, görmüyor musunuz?

Yani Sevgili dostlar, milletin açlığını bile istismar edecek kadar kibir budalası bir Şüreka tarafından yönetiliyoruz.

Albert Camus der ki;

“İnsan aç kalmaya görsün, inançlarını bile yer.”

Sayenizde inançlarımızı da yedik, bitirdik, tükettik.

Anladınız mı?